23 Ekim 2011 Pazar

Friends will be friends

Yaklaşık 1 hafta önce annem aradı, "rüyamda seni gördüm, sen evde tek başınayken çok büyük bir deprem oluyordu. Ev üstüne yıkılacak diye çok korktum, ama yıkılmadı. İyi misin?" dedi. O bunları derken ben bir yandan ağlıyordum. "Kötü durumlar var, moralim çok bozuk, çok kötüyüm, ama baksana yıkılmıyormuş ev başıma, düzelirim" dedim. Aileme pek içini açan birisi değilim. Kötü olduğumu, neye kötü olduğumu, hayatımda neler olup bittiğini bilmezler, söylemem. Söylemekten hoşlanmam. Bu kadar bilgilendirme bile yapmam normalde.

Arkadaşlarımla paylaşırım ama. Son zamanlarda çoğu arkadaşıma bir şekilde kendimi kapatmış olsam da konuşup içimi dökebildiğim birkaç arkadaşım var hala. Sonuna kadar naz yaptığım, bıkkınlık getirene kadar kendi sorunlarımı anlattığım, usanmadan olayları tekrar tekrar anlatıp ne kadar bok gibi olduğumu sıka bıktıra söylediğim arkadaşlarım. Bu bakımdan da aşırı bencillik yaptığım arkadaşlar. Aslında aileye yapılmalı bu kadar naz sanırım. Onlar bir şekilde çekmek zorunda, ama dünyadaki en büyük soruna sahipmişim gibi insanları kilitlemem ayrı bir boktanlık.

Bu telefonu aldığımda gerçekten iğrenç bir gün yaşıyordum. Hemen bir iki arkadaşımla teselli bulmaya çalıştım, özellikle biri bu sırada uzakta olmasına rağmen çırpındı durdu. Ertesi gün bu arkadaşımdan haber geldi. Kötü bir haber almıştı. Gerçek bir kötü haber. Benimkiler gibi nazlanma kötü haberi falan değil. Ama o kız gitti o haliyle yine bana moral vermeye uğraştı, yine beni iyi etmeye çalıştı. İçten içe kan ağlarken beni güldürmeye çalıştı. İçip dertleşirken benim ağlamalarımı o çekti, moralimi düzeltmeye çalıştı.

Evet boktan bir insanım falan da demeye çalıştığım o değil. Fedakar arkadaşlarla, duyarlı dostlarla her şey bir şekilde atlatılıyor. Kaybedilen güvenler, tükenmiş umutlar insanın hayatına yeniden dahil oluyor. Bazen bir bira eşliğinde konuşmadan oturmak ya da sessizce birlikte müzik dinlemek bile yetiyor hayata karşı duruşumuzu yeniden kazanmaya.

Arkadaşlar olmalı ya. Hatta arkadaşlar olacak:

18 Ekim 2011 Salı

.

Bilemiyorum. Algılayamıyorum. İnsanların neden bu kadar kötü olduklarını çözemiyorum. Başka birisini kırmaktan neden bu kadar zevk alırlar ki? Kendi egolarının tavan yapması uğruna başkalarınınkini ezen, toz haline getiren insanlar, bunu neden yapıyorsunuz? Bizim ne zararımız var ki size? Neden empatiden bu kadar yoksunsunuz ve istediklerinizin olması uğruna başkalarını bu kadar kolay harcıyorsunuz? Hissetmediklerinizi hissettiğinizi söylemek size ne kazandırıyor? Hevesleriniz, istekleriniz için yanlış yaptığınızın farkına varmanız neden bu kadar zor? Nasıl bu kadar pişkin olabiliyorsunuz? Neden dünyanın merkezinde kendiniz var sanıyorsunuz? Bu kadar oyun oynarken, yalan dolan döndürürken, içiniz nasıl bu kadar rahat olabiliyor? Nasıl bu kadar vicdansız, umursamaz oluyorsunuz? İnsanları daha fazla kırılamaz durumuna getirirken hiç üzülmüyorsunuz değil mi?

Biliyor musunuz sizden çok nefret ediyorum. Siz ki başkalarının sizin için yaptığı fedakarlıklara gülen, herkesi kolayca harcanabilir gören, duygulara gram önem vermeyen, herkesin ardından kolayca iş çevirebilen, kendini çok zeki sanan, herkesi parmağımda oynatayım diye düşünen aşağılıklarsınız.

Hayatta sizin gibi insanlar olmamalı. İnsan diyorum, ama insan olmadığınızın farkındayım. İnsanlarla oynamak sizin için sadece basit bir eğlence, bunu da biliyorum. Kendinizi ne zannettiğinizi merak etmiyor değilim. Ne tür bir boksunuz ki siz?

Umarım siz, türlü türlü acılar çekerek gün yüzü göremezsiniz. Yaptığınız her bokluk için ayrı ayrı pişman olursunuz, özür dilemek, ayaklara kapanmak istersiniz, ama ne kapanacak ayak bulabilirsiniz, ne de sizin rezil özürünüzü isteyen birilerini. Hayallerini çaldığınız her bir insana en kötü kabusunu yaşatıyorsunuz ya, işte sizin de asla mutlu anılarınız olamasın, hayal bile kuramayın, hep en kötü kabuslarınız gerçek olsun, sizinle olsun.

Ya da direkt ölün.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Öyle bir arkadaş

Kucağımda elektrogitarla yazıyorum bu yazıyı. Arkadan yaklaşık 30. kez üst üste dinlediğim ve dinlemeye devam ettiğim Wish You Were Here çalıyor. Modum da gidip gelmekte. Sigara eksik şu anda sigara. Onu da içmiyorum ama bir tek o tamamlayabilir bu birleşimi.

Daha önceden blogumdan da bas bas bağırmıştım arkadaşsızlıktan ölüyorum diye. Çevremde kimse kalmadı. Herkes gitti başka başka şehirlere. Eften püften tanıdıklarım değildi gidenler. 9-10 yıllık dostlarımdan tutun, birlikte büyüdüğüm insanlara kadar bütün hayatımı anlamlaştıran insanlar gitti. Gittiler gitmesine de ben bir şey fark ettim şu son 4 günde.

Evet, en yakınlarım gitti, ama aslında birinin gitmesi beni arkadaşsız yapmış. Yani diğer 10'u gitseymiş de bir tek o kalsaymış ben yine arkadaşsızım diye bunalımlara girmezmişim. O gidince hayatımın anlamı gitmiş sanki. Birlikte büyüdüğüm 10 kişiye bedelmiş o meğerse.

4 gündür arkadaşım, hatta artık dostum olarak gördüğüm Sevil'de kalıyordum. Kötüydüm. Hala kötüyüm ama onda kalmasaydım şu yazıyı yazmamı sağlayacak kadar bile güzel şey hissedemeyecektim. O 4 gün çok iyi geldi bana. Yüzsüzce herkes otururken ben gerine gerine yatakta yayıldım, önümde bilgisayar, elimde bira. Bir sırtımı kaşımadıkları kaldı. Onu bile isteyebilirdim, öyle bir yüzsüzlük içindeydim. İnsanlar 5. yıl dönümlerini bile benimle geçirdiler. Her şey gerçekten çok güzeldi. Yerde klavyeyle oynarken kültablasını devirmemeye çalışan Sevil, tembellikte Midi'yle yarışarak devamlı bira içen ben, raid arasında kapıyı açıp gülerek "ee napıyorsunuz bakalım" diyen Onur.. Üzerine 4 gün boyunca deli gibi içip müzik dinlemek, gitar hasreti çekmek.. İşte o sırada ben bir şey fark ettim.

Benim hiçbir zaman çok arkadaşım olmadı ki. Birkaç kişi dışında zaten çok kişiyle görüşmüyordum ya da çok kişiyle paylaşmıyordum yaşamımı. Benim ihtiyacım olan şey dertleşebileceğim, içebileceğim, bol kahkahalı, bol depresyonlu, saçma salak konuşsam da yargılanmayacağım, bu sırada da istediğim müzikleri dinleyebileceğim bir ortamdı. Bunu bana sağlayan arkadaşım gittiğinde ben de bitmiştim. Çökmüştüm. Aradığım şey buydu. Özlediğim şey buydu. Beni arkadaşsızlıktan ölüp bitip geberdiğimi düşündürten şey buydu. İsterse o gidenlerin hepsi geri gelsin, ama ben böyle bir ortamda bulunmadığım sürece her zaman yalnızlık çekeceğim, arkadaşım yok diyeceğim. Aslında kastettiğim şey öyle bir arkadaşmış.

Öyle işte. İyi ki var yani Sevil. Seviyorum seni kızım. Çarparım ama suratına bilirsin.