12 Ocak 2015 Pazartesi

Bir yıl daha böyle geçti

Uzun zamandır yazmadığımın farkındayım. Bilgisayarım bozulduğundan beri içimden gelmiyor yazmak. Buna rağmen yeni yılın ilk günlerini, 2014 yılı değerlendirmesi yapmadan geçirmek istemiyorum.

Aslında 2014 yılı için "ne berbat bir yıldı.." demem gerekir. Ama diyemiyorum, ne olursa olsun çok eğlendiğim, mutlu olduğum zamanlar da oldu.

Ocak ayının ilk günlerinde ani bir kayıp verdik: babaannem vefat etti. Ailemdeki ilk kayıptı benim için. Babamı hayatımda ilk kez hıçkıra hıçkıra ağlarken gördüm. Dedemin, dağ gibi adamın, depresyona girip aylarca yatağından çıkmadığını gördüm. Babaannemi çok seven kedim bile anladı durumu, günlerce yas tuttu kendince, hiçbirimizle konuşmadı. Hayatımda tanıdığım en iyi, en saf kadını bir daha göremeyecek olma düşüncesi hala rahatsız ediyor beni. Çok da özlüyorum. Bugün tam 1 yıl oldu onu kaybedeli.

Babaanneciğimden sonra dedeciğim de fazla dayanamadı. 6 ay 3 gün sonra da o vefat etti. Evlerine gittiğimde inanamıyorum orada olmadıklarına. İleride çocuğumun dedemle babaannemi hiç tanımayacak olması beni rahatsız ediyor. Kabullenemiyorum.

2014'e hep kötü diyemiyorum demiştim; gezdim, sevdim, ailemle bol bol vakit geçirdim.

Yazın İskandinavya tatiline çıktım. Danimarka, İsveç ve Norveç'i gördüm. Bu bana çok şey kattı diyebilirim. Hayatımın en huzurlu günlerini Kopenhag'da geçirdim. Kışın da ailemle İngiltere'de tatil yaptım. İlk kez ailemle yurt dışına çıktım. 2 yaşındaki yeğenimin gelmesi de beni ayrıca mutlu etti tabi. Pek güzeldi, heyecanlıydı. Sonrasında, yılbaşını da İrlanda'da geçirdim. Hala kafamda Irish şapkam ve boynumda shamrock şalımla dolaşıyorum. Akşamları Guinness içip irish şarkılar dinliyorum. Ruhum henüz geri dönmedi İrlanda'dan.

Bununla birlikte hayatımın en kötü olaylarından birini yaşadım. Doktor kontrolü sırasında bir tuhaflık olduğu ortaya çıktı ve doktor "yumurtalıkta değişik bir kitle var, kanserden şüpheleniyoruz" dedi. O an yaşadıklarımı tam anlamıyla buraya yazabilmem, hissettiklerimi kelimelere dökebilmem imkansız. Dünyadan kopuyor insan bir anda. 1 saniye içinde alakalı alakasız onlarca düşünce geçiyor insanın kafasından. İlk düşüncemin, ölmem durumunda yeğenimin beni asla hatırlamayacağı olduğunu ve bunun kalbimi çok feci kırdığını çok net hatırlıyorum. Eksi sözlükte okumuştum "kanser oldugunuzu öğrendiginizde ilk önce vücudunuzdan nefret ediyorsunuz" diye. Bir yandan vücudumdan nefret ettim, bir yandan ölürsem unutulacağımı düşündüm, bir diğer yandan "saçlarım dökülecek. Çocuğum olmayacak, evlat edinmek tek seçeneğim olacak. İkiz erkek çocuğum olacağına hiç çocuğum olmasın dediğim için mi böyle oldu? Lütfen, ona bile razıyım yeter ki olsun" diye içten içe öldüm. Aileme nasıl söylerim, yıkılacaklar diye de onların haline kendimden çok üzüldüm.

O karmaşa, şok, yıkılmışlık... Kimsenin başına gelmez umarım.

Bir yandan durumun adaletsizliği beni çok yıpratti. Hayatımda 5 kez büyük ameliyat geçirdim, bunların 4'ünde olme olasılığım çok yüksekti, şans eseri kurtuldum diyebilirim. Bu adaletsizlik karşısında eğer varsa tanrıdan nefret ettim, her gün sövdüm,  küfrettim.

Bir iki güne acil ameliyata aldılar beni. Ameliyat sonucunda kanser olup olmadığım belli olacaktı. Narkoz sonraki ilk sözlerimin hemşireye/doktora "kanser miyim? Sonuçlarım nasıl çıktı?" olduğu da kafamda çok net. O anki çaresizligim beni hala üzüyor.

Bu süreçte beni çok etkileyen bir diğer şey ablamla yaptığımız konuşma oldu. "Biliyor musun, kanser olma ihtimalini duyduğumda arkadaşıma keşke benim başıma gelseydi de kardeşime olmasaydı bu dedim. Arkadaşım da benim zaten bir çocuğum olduğu için böyle söylediğimi sandı. Ama inan aklımdan bile geçmemişti. Keşke bana olsaydı" dedi.

Hala atlatamadım yaşananları. Annemin ısrarıyla İrlanda planımı iptal etmedim. İyi ki de etmemişim, çok iyi geldi. Kendime geldim diyemem, ama yaklaştım en azından. Her geçen gün daha iyi olmaya çalışıyorum. İşe gitmek, kafamı meşgul etmek de oldukça yardımcı oluyor. İş demişken,  işteki bölümüm değişti. Artık daha farklı bir iş yapıyorum. Daha yoğun bir bölümdeyim. Düşünmeye, üzülmeye fırsat kalmıyor en azından.

Yazı amacından saptı; 2014 değerlendirmesi yerine ameliyat günlüğüne döndü. Olsun yazasım, paylaşasım varmış demek. Yazmak da iyi geldi, daha sık yapmam gerek.

O zaman bu akşam bu kadar yeter, şu erken saatte iyi geceler.

Edit: Bu yazıyı yazdıktan tam 1 hafta sonra yeniden acil ameliyat oldum. Bu ne len?!

15 Şubat 2014 Cumartesi

Last Valtz

Dün gece geç saatlerde arkadaşlarla bir barda içerken, hava almak için dışarı çıkmak istedim. Sap gibi amaçsızca dışarıda durmayayım diyerek kullanmamama rağmen bir adet sigara aldım yanıma. Dışarıda sigaramı içerken yanıma yabancı bir adam geldi ve merhaba dedi. Gezmek için birkaç günlüğüne İngiltere'den geldiğini söyledi ve sigara bitene kadar sohbet ettik.

Ben tam içeri girmek için hazırlanırken "ne yapmalıyız biliyor musun?" dedi. "Ne yapmalıyız?" diye cevap verdim ben de. "Dans etmeliyiz!" demesiyle beni çekip dansa başlaması bir oldu. Asmalı'nın ortasında kalabalıkta dans etmeye başladık. Ben bir taraftan gülüyorum ve ona ayak uydurmaya çalışıyorum, o bir taraftan "arabaların önünde de dans etmeliyiz!" diyor ve beni yola doğru çekiyor. Arabaların önünde, çiftlerin arasında, kalabalığın ortasında da dans ettikten sonra durduk. Bir kısım insan alkışladı, güldü. Ben de geceyi yüzümde saçma bir gülümsemeyle kapattım.

Bence biz dans ederken arkadan bu şarkı çalıyordu.



22 Aralık 2013 Pazar

Bir insanın hayatında her şey yolunda giderken 1ayda nasıl bütün hepsi tepetaklak olur, her gün bir diğerinden daha kötü geçer? Boktan olan her şeyin timsaliyim adeta.

Düzelmesi dileğiyle,

Mathilde.

22 Eylül 2013 Pazar

Altın kızlar İstanbul'da

Geçen cumartesi annem ve ailecek çok yakın olduğumuz, annemin 3 arkadaşı bana geldiler İzmir'den. İkisinin kızları, en yakın arkadaşlarımdandır zaten. Arkadaştan, dosttan da öteyizdir hatta. Onlar da o sırada İstanbul'da olunca içim içime sığmadı 1 hafta boyunca. Tek başına yaşadığım küçük evim birden şenlendi, her odada ayrı gülüşmelerin, ayrı dedikodunun olduğu bir yer haline geldi.

Onun sevgilisi, onun tanıdığı, onun intihar edecek arkadaşı derken evde 9 kişi yaşadık. O kadar kişi için ne oturacak yerim, ne masam vardı. Yemekleri dönüşümlü yememek için eski usül yerlerde yedik, her akşam ya dışarda ya evde içip sarhoş olduk, sürekli güldük, devamlı başımıza gelenleri anlatıp eğlendik. Balık ekmek yedik, şarap içtik, biracıya gittik... Anneme Beşiktaş'ta takıldığım mekanları bile gösterdim. Rüya gibi 1 hafta oldu benim için.

Bu arada annemlerin de gezmedikleri yer, yaşamadıkları macera kalmadı tabi. Ailemin klasik ailelerden olmadığı gibi, aile dostlarımız da klasik ailelerden değil. Şehir turları atarken İETT şoförleri bunlara çay mı ısmarlamamış, taksi şoförleri Kanlıca'da yoğurt mu yedirtmemiş, gemi kaptanı gemisinde poğaça mı ısmarlamamış, dolmuş şoförü bunları istedikleri yerlere mi götürmemiş, taksi şoförleri tur rehberliği mi yapmamış... Daha neler neler. 4 kadın her akşam gezdikleri yerleri anlatırken "Mehmet Bey de şöyle yaptı, Emin Bey geldi, Murat Bey götürdü..." diyorlardı. O kadar arkadaş bellemişler herkesi.

Ve dün gece İzmir'e geri döndüler. Boşluğa düştüm birden. O kadar eğlenceli kalabalık, yerini sessiz bir pazara bıraktı. Daha önceki yazılarımdan biri kötü dönemden geçmemize rağmen kalabalık bir halde çok eğlendiğimizle ilgiliydi. Şimdi de öyle hissediyorum, tam bunalım günlerimin üzerine gelen annem ve dostlarımız hayatımın en güzel, en eğlenceli günlerini yaşattılar yine.

Hepimizin tipine, üstüne başına rağmen, bu fotoğraf hayatım boyunca çok önemli bir yere sahip olacak yaşamımda.




29 Ağustos 2013 Perşembe

Yeni hayatım

Uzun zamandır yazmıyorum buralara. Ne yazacağımı da bilmiyorum aslında yazılacak onlarca şey olmasına rağmen. İyiyim iyi olmasına ama güvensizim herkese ve her şeye karşı. Bazen o kadar baskın oluyor ki bu duygu boğuluyorum. Neden güvensiz hissettiğimi söylemeden bunları yazmanın bir anlamı olmaz tabi.

Hayatımı değiştirdim öncelikle tamamen. Ailemi, dostlarımı, akrabalarımı, büyüdüğüm ve taptığım şehri bırakarak İstanbul'a taşındım 4 ay önce. Yeni bir işe başladım burada. Kendi evim var. Kendim kazanıp kendim geçiniyorum. Geldiğimden beri yalnızlık çektiğim doğru. Yalnızlıktan hoşlanan biriyim aslıda, ama burada güvensiz hissettiğimden sevmiyorum yalnız olmayı. Babayla aynı evde yaşamak ne kadar büyük bir güvenceymiş. İnsanın başına hiçbir şey gelemezmiş gibi, gelse de baba halledermiş, üstesinden gelirmiş gibi. Şimdiyse başıma her an bir iş gelebilirmiş gibiyim. Korkuyorum.

Sevmiyorum İstanbul'u. Çok kalabalık, çok pahalı, tehlikeli insan dolu. İzmir'deki gibi kendim olamıyorum, istediğimi giyemiyorum, istediğim gibi davranamıyorum, istediğim gibi konuşamıyorum. Bu da beni kötü hissettiriyor. Yürürken pis pis insanların seni yiyecekmiş gibi bakması nedir bilmezmişiz biz İzmir'de. Zaten insanları ikiyüzlülüklerinden dolayı sevmezdim, iyice nefret eder oldum herkesten. Çok dengesizce davranıyorum, bunalımlı bunalımlı takılıyorum öyle. Eskiden yapmak zorunda olmadığım şeyleri yapmak da pek yardımcı olmuyor tabi. Her işle ben ilgileniyorum, her şeye ben koşuyorum doğal olarak.

Tabi her şey de kötü değil, aksine iyi sayılır aslında hayatım. İşimi çok seviyorum, birlikte çalıştığım insanları seviyorum, iş yerimi seviyorum, iş ortamımı seviyorum... Erken kalkmak da olmasa güle oynaya iş zamanı gelsin isteyeceğim (ha yine sabah olsa da işe gitsek dediğim doğrudur). İş arkadaşlarımla çok güzel bir arkadaş ortamı yakaladık. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor, herkes çok eğlenceli, çok iyi. Her şeyi paylaşabileceğim insanlarla birlikteyim. Daha ilk zamanlarımızda birlikte biber gazı yedik, daha ne olsun. Kira da olsa sevimli bir evim var, para kazanıyorum, istediğim gibi harcıyorum. Şanslıyım aslında, tam olarak İstanbul ortamına alışsam, güvensizliğimi yenebilsem bunalım günlerim de bitecek.

Tamamen doğaçlama, aklıma ne gelirse onu yazdığım, yazdığıma ikinci kere bakmadığım, ilkokul dilinden hallice bir yazı oldu bu da. Neyse, son olarak zaten sevdiğim, ama buraya geldiğimden beri takık gibi dinlediğim şarkıların linkini koyarak yazımı bitireyim.









26 Nisan 2013 Cuma

Balık istifi

Birkaç yıl evvel, temmuz ayında gene İzmir'in bunaltıcı sıcaklarını yaşıyorduk. Hava o kadar sıcaktı ki içerideki odalarda uyuyamıyor, klima olan salona yatak atıp geceyi geçirmek zorunda kalıyorduk. Ben de çok ciddi bir ameliyat geçirmiştim, sıcakta ter içinde yatmak benim için iyi değildi. O sıralarda Portekizli bir arkadaşım da bizde kalıyordu. Maria, annem, babam ve ben dizilmiş sardalyalar halinde yatıyorduk salonda.

Bugünlerden bir akşam, teyzem eşiyle tartışma yaşadı ve evi terk ederek bize geldi. İlk eşinden olan kuzenim de onu takip etti haliyle. Onlara da salonda yatak açtık. Bir anda kendimizi altı kişi sıkış tepiş yatar bulduk. Teyzemin ayrılıyor haberi üzerinde diğer teyzem üzüntüyle bize geldi ve o da bizde kalmaya başladı kuzenimle. Zar zor sığdığımız salonda sekiz kişi balık istifi halinde yatmaya başladık. O sırada olaylardan habersiz olan şehir dışındaki teyzem bize sürpriz yaparak geldi ve ona da yer açtık salonda.

O yaz, dokuz kişi klimanın altında mülteci gibi yaşadık birkaç hafta. Teyzem eşinden boşandı, ben çok ciddi bir ameliyat geçirdim; ama her şeye rağmen hayatımdaki en güzel, en eğlenceli günler bütün aile birlikte uyuduğumuz o günlerdi. Hepimiz hala gülerek hatırlarız.

3 Mart 2013 Pazar

Ben ve dandik zevkim

İçinde çocuk naifliği, masalsılık olan yapıtlar her zaman ilgimi çekmiştir. Kitap olsun, dizi olsun, film olsun.. Zeka dolu ya da çok sağlam kurguya sahip yapımlar da olmasına gerek yok dediklerimin. Dandikliği seviyorum. Çoğu kişinin burun kıvırdığı şeyleri bayıla bayıla okuyup izliyorum ben. Verin bana dandik roman, film, kitap bütün günümü geçireyim bunlarla. Game Of Thrones'un binde bir kalitesinde olup Game Of Thrones'tan daha heyecanla beklediğim, izlediğim diziler var benim. Çoğu kimse adını sanını bile duymamıştır hatta. Bir yapımdan beklediğim şey elbette akıcılık, zeka, iyi bir kurgu; ama hepsinden ötesinde beklediğim şey naiflik ve masalsılık. Beni alıp başka diyarlara götürsün ya da ne bileyim içimdeki çocuğu ortaya çıkartsın, hile hurdadan çok saflık olsun içinde.

Türk dizisi izlemiyorum artık hep aynı konuları döndürüp aynı hikayeleri işlediklerinden dolayı. Ama zamanında izlediğim bir avuç Türk dizisinin büyük bir bölümü dandik, 3-5 yaşlı teyzenin izlediği dizilerdi. Hatta bir kısmı reyting azlığından iptal edildi. Ben de bir yapımın kötü olduğunu anlıyorum, ama içinde beni kendine çeken ufak bir parça bulduysam, azıcık da olsa çocukluğumdaki gibi gülümsetebiliyorsa ya da utandırabiliyorsa izliyorum onu.

Ne bileyim, içimdeki çocuk hala ölmedi sanırım. Çocukken sevdiğim filmleri hala bayıla bayıla izliyorum; o zaman okuduğum kitapların hala hayranıyım. Yerlerine başkalarını koyamıyorum.

Öyle işte. Once Upon A Time yarın yeni bölümüyle geliyor. Grimm de cuma günü ekranlara dönüyor. Mezarlık Kitabı da okunmaya hazır sayılır.