22 Eylül 2012 Cumartesi

Kıvırcık saçlı olmak

Kıvırcık saçlı olmak öyle bir şeydir ki atsan atılmaz satsan satılmaz; hem seversin hem nefret edersin. Yıllar boyunca saçının düz olmasını istersin, kıvırcıkların hafif bozuldu gibi oldu mu da "saçlarım düzleşiyor!" diye tutuşursun. Uzaktan hoştur güzeldir. Herkes çok beğenir ve sahip olmak ister. Çok şanslı olduğun kanısına varılır. Davulun sesi uzaktan hoş gelir tabi.

Yukarıdan da anlaşılabileceği gibi ben de kıvırcık saçlı insanlar topluluğundanım. Küçüklüğüm yoldan geçenlerce mütemadiyen durdurulup köpekmişim gibi kafamdan sevilmekle geçti.  Henüz 3-4 yaşlarındayken bile "saçların peruk mu? Yoksa perma mı yaptırdınız?" gibi zeka seviyesi eksi 1500lerde sorularla muhatap olup durdum. Sınıfta, serviste, sokakta dalga geçerlerdi benimle hep.

Magi şipşak makarnaaaa (3 dakikada pişirilen kıvırcık bir makarna çıkmıştı o aralar.)
Kıvırcık koyunnn
Permalııı
Kıvırcık makarna
Düdük makarnası
Kuzuya bak kuzuyaaa

Şimdi olsa ağızlarına bir tane yapıştırırım hepsinin. Ama benzerlik de çok bariz be, onlara da kızamıyorum :)


Azıcık büyüyünce "insanlar para verip de yaptırıyor, sen beğenmiyorsun!" çemkirmesi başlar. Bunu diyen düz saçlılara vereceksin bonus saçı, sokacaksın banyoya, kremsiz taramaya çalışsın bakalım saçı. Ağlaya ağlaya saatlerini harcasın dursun. Belasını bulacak o şekilde. Bakımı zor, kesimi zor, taraması zor. Hobilerine zaman ayırır gibi zaman ayıracaksın bildiğin yahu. Keşke benim olsa diyenlere al senin olsun, biraz da sen çek diyesim geliyor.

20 küsür yıl sevemedim, ama şimdi şimdi seviyorum artık. Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak diye boşuna dememişler, gerçekten öyle.

20 Eylül 2012 Perşembe

16 Eylül 2012 Pazar

Uzatmayacağım

Kişisel gelişim kitaplarını sevmem, okumam. Ama buna bayıldım. Ne yapın edin, benim gibi bir kereliğine de olsa çizginizin dışına çıkın, bulun, okuyun.


Not: Özellikle sen Sevil.

10 Eylül 2012 Pazartesi

8 Eylül 2012 Red Hot Chili Peppers Konseri

Neresinden başlasam bilmiyorum, ne desem, ne yazsam, nasıl anlatsam bilmiyorum. Ama önce şunu söylemeliyim sanırım; Dün, yani 8 eylül günü, hayatımın en mutlu günüydü. Ben hayatımda daha fazla mutlu olmadım, daha çok sevinmedim, kendimi daha iyi hissetmedim. Bu kadar yoğun bir duygu yaşadığım olmadı. Yazımı olabildiğince kısa kesmeye çalışacağım. Yoksa 20 sayfa uzunluğunda bir yazı olabilir bu.

8 eylül sabahına akşamdan kalma olarak leş gibi uyandım. Taksime bir iki bir şeyler içmek için gitmiştik ki birden kendimizi tektekçide bulduk. Oradan mekan mekan gezdik ve sonuç 4-5 saat yarım yamalak uyku, mal gibi yorgun argın leş gibi uyanmak. Tek bir poğaça atıp hoop yola çıktım. Saat 13.30 civarında Santralİstanbul'a vardım. Platinum kapısına gittim ve 15-20 kişi ya vardı ya yoktu. Ama ne ben ne arkadaşlar konser sırasında olmamıza rağmen Red Hot Chili Peppers'ı canlı göreceğimize inanmıyoruz. Yok abi gelmezler ya canlı canlı görmek dinlemek yok kendimizi kandırmayalım modundayız. Algılarımız tamamen kapalı. Derken sound check başladı. Hem de Suck My Kiss ve hemen ardından Blood Sugar Sex Magik. Anthony'ninkine benzer bir ses duyduk, onun yeahh ohh heyy'ine benzer. O anda kalp krizi geçiriyorduk. Soluğumuz durma noktasına geldi, el ayak titremesi başladı, bağırsağı mideyi ciğeri ne varsa oracıkta bıraktık. Suck My Kiss'i çalmalarını çok istiyordum ki süpriz olan bir şarkı değil, pek çok konserlerinde çaldılar. Ben de İstanbul'a gelirken yol boyunca Suck My Kiss dinlemiştim. Sound check'te de bunu duyunca iyice gaza geldik. Ama hala inanmıyoruz grup elemanlarını göreceğimize. 4'te açılması gereken kapı açılmadı, biz de iyiden iyiye hesap yapmaya başladık. Biletimiz platinumdu, yani en ön. E haliyle biz en önün de en önünden izlemek istiyoruz. En önün sahneyi ortalayacak kısmı da değil ama, Flea ve Anthony arası istiyoruz. Flea'ye yakın olalım, Anthony'yi de ortalayalım modundayız. Josh'tan zaten hoşlanmıyoruz ve ayağı da kırık. Oturarak çalıyor. Flea seyirciye göre sahnenin solunda çalar hep, bunu da bildiğimizden kim önce gidecek de yer kapacak planları yapıyoruz. Bu arada ortalık da ergen kaynıyor, 15-16 yaşındaki veletler önümüzde. Zaten toplasan 10 kişi ya var ya yok önümüzde. Dünkü boklar mı bizim önümüzde olacak len mantığıyla saat 5'e doğru kapıların açılmasıyla hengamenin arasında koştur koştur gittik güvenlik yerine. Nihayet konser alanına girdik, ulen tam da istediğimiz yerden, Flea ve Anthony'nin ortasından yer bulduk. En önün de en önündeyiz, bariyere yapışmış bir haldeyiz. Sahneyle aramızda 3 metre ya var ya yok.

Bu arada Red Hot Chili Peppers'ın fotoğrafçısı geldi, Yiğit'in RHCP dövmesini, benim RHCP tırnaklarımın fotoğrafını çekti. Sonra topluca ve teker teker fotoğraflarımızı çekti sahne ekranında kullanmak üzere. Ki kullandılar da, hepimizi dev ekranda gösterdiler konser bitimine yakın. Adam hepimizin mailini aldı çektiklerini yollamak için. Ben tam bir sevgi kelebeğiyim alanda, tanıdığım tanımadığım herkese sarılmak istiyorum, kanka muhabbeti yapmak istiyorum, derdin ne anlat çaresini bulalım takmaa demek istiyorum, hoplayıp zıplamak istiyorum. Öyle bir mutluluk içerisindeyim. Gülümsemekten ağzım yüzüm kaymış.Tabii bu arada yavaş yavaş yorgunluk baş göstermeye başladı. Saatlerdir ayaktayız, hele ben dünden de yorgunum.

Tam 19.45'te Athena çıktı. Çılgınlar gibi eğlendim ben. Onlar da çok heyecanlıydı şarkı sözlerini unutup durdular. Red Hot Chili Peppers'ın onlar için öneminden bahsettiler. "Naah çok beklersin" kısmında işte RHCP seyircisi, biz konserlerimizde bu kısmı söylemeye çekiniyoruz dediler. Red Hot Chili Peppers sürekli sikmekten sokmaktan bahsediyor len nah yanında ne kalır yani. Şimdi hep beraber RHCP izleyelim diyerek 20.45'te sahneden ayrıldılar. Athena'nın sahneden ayrılmasıyla görevlilerin sahneye dalıp ışığından prizine koca davuluna kadar her şeyi götürmeleri bir oldu. Biz de şaşkın şaşkın onları izliyoruz. Yok artık oha onu da mı götürüyorlar diyoruz. Sahneyi baştan yarattılar, yukarı kenarlara kendi ışıkçıları çıktı, her şeyiyle sahne Red Hot Chili Peppers için hazır hale geldi.

21.45-21.50 arasında sahnenin kararmasıyla HASSSİKTİR GERÇEKTEN GELDİLER dedim. Chad, Flea ve Josh sahneye fırladı. Kelimelerle anlatamayacağım kadar yoğun duygular hissettim. Çığlıklar eşliğinde elemanlar yerlerine geçti. Kendimizden geçmiş vaziyetteyiz bu sırada. Begüm ve benim mutluluk, şaşkınlık ve şok duygularımız karıştı ve göz yaşlarımız akmaya başladı. Yiğit desen ağlamak üzere. Bu sırada kahkaha atıp çığlık çığlığa bağırıyoruz ama. Flea 2-3 metre önümüzde abi var mı böyle bir şey! Bir anda Anthony uçarak, hoplayıp zıplayarak sahneye fırladı. Bağırtılarımız insan desibelini aşmış durumda. Monarchy Of Roses inanmazlık ve mutluluktan öte duygularla geçti. Son ses eşlik ediyoruz biz de. Chad nasıl sevimlilkler yapıyor arkadan, Flea zaten teşekkürler demeyi öğrenmiş onu söylüyor mikrofondan. Anthony güzel şeyler söylüyor, nerede yaşamak istediklerini anlatıyor.


Josh da türk bayraklı tişörtüyle sahneye çıkıp beğeni topladı. Şarkılar esnasında John'un altında ezildi, pek çok şarkıyı piç etti, özellikle Scar Tissue'nun sololarını bok gibi çaldı. Ama yapabileceğinin en iyisini yaptı adam. Zaten o ayağıyla dayanamayıp pek çok kez ayağa kalkıp çaldı. Şarkılar esnasında bizim kadar kendinden geçti. Konser alanında beklerken "peki konser sırasında Josh ölse ve gitariste ihtiyaçları olsa, sen sahneye çıkıp çalar mısın Yiğit?" diyecek kadar Josh'u sevmeyen ve umursamayan ben, konser sonrasında "John'un tırnağı olamaz ama yine de çok sevimli yerim yerim, John'dan sonra iyi ki sen gelmişsin Josh!" moduna girdim.

Monarchy Of Roses'dan sonra Dani California çaldılar. Kalabalık delirdi. Ben zaten her şarkıda tükürüklerimi saça saça bağırdım, yavaş olanlar hariç de hepsinde zıpladım. Arkadakiler kesin çok küfretmişlerdir bana. Boğazımı zorlaya zorlayana çığırdım. Hemen sonrasında Can't Stop çalmaya başladılar ki daha yükseğe çıkamayacağını düşündüğüm sesim daha da azmaya başladı. Kalabalık delirdi. En azından ön taraf. Hoplayarak eşlik ettik yine. Bir yandan kafa sallıyoruz, boynumuz kopmak üzere, bir yandan bacaklarımızı ağrıdan hissetmiyoruz, bir yandan boğazımızı zorlayabildiğimiz kadar zorluyoruz. Can't Stop'tan sonra Scar Tissue geldi. Çığlıklarımız artık çığlık olmaktan çıkarak çatallı bir haykırmaya dönüştü. Sesimiz gitmeye başladı ve kibar kız çığlıkları yerini travesti haykırmalarına bıraktı. Öyle bir delirme, bağırma çağırma, kafa sallama, zıplama mevcut ki bizde, tam karşımızdaki güvenlik görevlisi bizim akıl sağlığımızın yerinde olmadığına karar verdi. O kadar kendimizi yırtıyoruz ki artık halimize gülmeye başladı. Bu parçalardan sonra I'm With You albümünden Look Around geldi ki kendisi benim albümdeki favori parçam. O albümdeki en RHCP şarkı.

 
Bu videoyu bize çok yakın birileri çekmiş. Muhtemelen 1 ya da 2 yanımızdakiler. Buram buram benim sesim var bu videoda. Sürekli bağıran ve en yüksek çıkan ses benim sesim.

 Anthony üstünü falan çıkardı tabi, 50 yaşındaki adamın vücudu oradaki herkesten güzel amk. Nasıl taş, nasıl güzel, nasıl seksi. Şarkıyı da stüdyo kaydına çok yakın çaldılar. Zaten bütün parçaları öyle çaldılar. Canlı canlı çalıp söylemek hiçbir şekilde kötü etki etmedi. Look Around'dan sonra hiç tahmin etmediğimiz bir parça geldi; If You Have To Ask. En funk zamanlarındaki parçayı çaldı adamlar. İnanılmaz mutlu olduk diyeceğim de daha mutlu nasıl oldun ki sabahtan beri neler diyorsun baksana diyeceksiniz. Haklısınız, ama biz de her parçada daha mutlu olamayacağımızı düşünüp yanılıyoruz. Hissiyatımız tavan yapıyor, ölüyoruz bitiyoruz.

Derkeeen Charlie çalmaya başladılar. Sanırım dönüm noktası bu parçaydı. Delilik sınırını burada aştık. Konserlerde çok çaldıkları bir şey de değil normalde. Burada çaldılar işte amk var mı ötesi? Anthony'nin parçanın başındaki "hığğğ" sesini çıkarmasını bekledim ama çıkarmadı, olsun. Performansları müthişti, Flea gene kopuşlarını yaşadı, devamlı hopluyor, zıplıyor, kafa sallıyor. Sevimlilikler yapıyor, güya çirkin surat yapıyor bize. Zaten adam bass'ı yağ gibi çalıyor, elleri akıp gidiyor resmen. Bu şarkıda şöyle de bir şey oldu ki birkaç kez Flea'yle göz göze geldik. Şaka mı lan Flea'yle bildiğin göz göze geldik abi. Zaten Flea tam önümüze doğru çalıyor, adam tam bizim kısma bakarak deliriyor, eğlendiriyor. Ben de bu arada göz göze gelme seanslarımızdan birinde dil çıkardım buna. Çıkarmamla Flea'nin de dil çıkarması bir oldu, ama anında içeri soktu dili. Oha bana geri dil çıkardı laaan dedim, ama çok büyük bir tesadüf de olabilir bu tabi. Gerçi konser sonuna kadar dilini göstermedi bir daha. Olsun, bana olmasa da ben üstüme alınmak istiyorum.

1 tane Stadium Arcadium şarkısı çalsınlar kulları köleleri oluruz derken bir sonraki şarkı geldi; Hard To Concentrate!!! Benim çok sevdiğim ve benim için çok özel olan bir parçadır. Konserlerinde de çok nadir çalarlar. Bunu duymamla Begüm'e baktım, onun da favori parçalarındandır. Kız şoka girmiş bir vaziyetteydi. İnanamıyoruz ikimiz de. Zaten ilk girişi duymamla gözyaşlarıma hakim olamadım. Bir yandan mutluluktan, şarkının bana olan özelliğinden ağlıyorum, bir yandan çığlık çığlığa bağırıp gülüyorum. Bu kadar da mükemmel bir playlist yapamazlar modundayım. Adamlar seçip seçip çalıyor resmen. The Adventures Of Raindance Maggie geldi bundan sonra. Şimdi şöyle anlatayım halimizi; demir parmaklılar ardında delirmiş, parmaklıklara vuran, bağıran, deli gibi davranan bir orangutan düşünün. Heh işte biz de öyleydik. Hiçbir farkımız yoktu o orangutandan. Eksiğimiz yok fazlamız var o derece.Salyalarımızı saça saça, ağzımızı 10 tane elma sığdıracak genişlikte aça aça söylüyoruz şarkıları. Anthony bu arada müthiş, klasik dönme hareketlerini yapıyor, sahnenin bir başından diğer başına döne döne geliyor, tipik dans hareketlerini yapıyor. Arada tükürüyor, bize gelse de bismillah çeksek diyoruz geyikle. Biz yorgunluktan ruhumuzu orada teslim etmek üzereyiz, adamda tık yok. 2-3 günde bir yapıyor bunları bir de. Diğerleri de aynı şekilde. Yaşlarına ve tempolarına rağmen mükemmellerdi. Hiç ara vermeden 1 saat 45 dakika sahnede kaldılar.

Anthony'nin Maggie'yi yanlış söyleyip 2 kez "I want to lick a little bit" demesinden sonra I Like Dirt geldi ki bu da hiç beklemediğimiz bir parçaydı. En funk-punk döneminden bu kadar parça çalmalarına çok sevindik. Gene boynumuz kopacasına salladık. Artık haykırmıyoruz da, onun adı o olamaz. Olsa olsa hönkürmek olur. Hönkürüyoruz. I Like Dirt derken son albümden Did I Let You Know'u çaldılar. Benim çok bildiğim bir parça değildi açıkçası. Şaşırdım da aslında, genelde Ethiopia ya da Factory Of Faith çalıyorlar. Bu arada Chad'i görmekte zorlanıyoruz en öndekiler olarak, çünkü sahne bizden uzun ve çok yakınımızda. Chad ve davulu da sahnenin en arka yerinde. Allahtan Chad'imiz boylu poslu, bu sayede görebildik kendisini. Azıcık öne alsaydılar bateriyi sorun kalmayacaktı. Kısa boylular için kötü oldu. Bir de sevimlilikler, şekerlikler yapıyor arkada böyle. Arada baget fırlatıyor bize doğru. Konser boyunca kendimi ev sahibi gibi hissettim, sağa sola bakıyorum sürekli insanlar eğleniyor mu, parçalara eşlik ediyor mu, zıplıyorlar mı diye.

Bu bittikten sonra ufak çaplı bir kalp krizi daha geçiriyordum, çünkü Dosed'a başladılar. Kısa süreli bir beyin yitimi yaşadım orada. Introsunu çalıp bıraktılar, şarkıyı Under The Bridge'e bağladılar ama o kadarı bile yetti. Konserlerinde hiç Dosed çalmıyorlar, kırk yılda bir böyle introsunu çalıyorlar. Bu bile yeterli. Under The Bridge zaten mükemmeldi. En sevdiğim parçalardan. Duygulu duygulu söyledik hepberaber. Ardından müthiş bir üçlemeyle beklediğim Higher Ground, Californication ve Bye The Way geldi. By The Way'e o kadar sevindim ki şarkının sözlerini unuttum, karıştırdım falan. Konseri burada bitirdiler. Tabii ki sonra bis için geldiler. Konser boyunca en çok beklediğim parça Suck My Kiss'ti. İlk onu çaldılar. Çalmayacaklar diye ödüm patlamıştı. Hep beraber "oh baby do me now, do me here I do allow!" diye kükredik. Flea ve Anthony yer çekimine karşı gelerek havada kalıyorlardı zıplarlarken. Diğerinde gene ters köşe yaptılar ve Soul To Squeeze çaldılar. Son olarak da klasik Give It Away geldi. Kendimizi kaybettik zaten. Konser bitimine kadar Otherside'ı bekledim ama çalmadılar. Ama diğer şarkıları o kadar güzel seçmişlerdi ki pek de bir önemi kalmadı aslında.

Konser boyunca en üzüldüğüm şey yaşlandıklarını açık seçik görmem oldu. Bunu performanslarından gıdım hissettirmeseler de yüzleri, kırışıklıları ayan beyan ortada.

Hayatımda en çok istediğim şey Red Hot Chili Peppers'ı canlı izlemekti. Şimdi bu hayalim gerçekleşti. Artık en çok istediğim şey Red Hot Chili Peppers'ı bir daha canlı izlemek. Bu kadar da sığ ve amaçsız bir insanım işte ehehe. Olsun abi, canım gibi sevdiğim Chad, Anthony ve Flea'yi (ve John'u) neden bu kadar sevdiğimi bir kez daha anladım. İyi ki varlar, iyi ki geldiler. Şu anda dünyanın en mutlu insanı benim, ötesi yok.






5 Eylül 2012 Çarşamba

İntihar olayları

Hepimizin içinden çıkamadığı olayların olduğu, sıkıntılar içinde boğuştuğu, depresyon sınırında yürüdüğü, hayattan zevk alamadığı, çıkış yolunun intihar olduğu düşüncesine kapıldığı zamanlar olmuştur. Ama bir şekilde yaşıyoruz, hayatımıza devam ediyoruz. Ölmeyi düşündüğümüz zamanları gençliğimize, tecrübesizliğime veriyoruz. Mesela orta yaşlı birinin kendini öldürdüğünü düşünemem ben. Hayatında çok şey görmüş geçirmiş, acılar çekmiş, belli yaşa kadar dimdik ayakta gelmiş insanları ilaç içerken, gaz solurken ya da ellerine bıçak almış hallerini düşünemem. Düşünmek de istemem. Hayatlarını daha bir düzenlidir, emekli olmalarına az yılları kalmıştır ya da olmuşlardır bile. Neden en rahat edecekleri zamanda bunu yaparlar? O heybetli bedenleri nasıl kendilerine yaptıklarından dolayı yerde hareketsiz yatar?

Dün kuzenimle migrosa gitmek üzere evden çıktık. Sokağın başına gelince bir ambulans gördük. Toplanan kalabalıktan ve ambulanstakilerin yavaş hareketlerinden birinin öldüğünü anladık. Ölüm o sokakta ilginç bir şey değil, zira yaşayanların hepsi yaşlı insanlar. Her yıl sokaktaki birkaç kişinin ölüm haberini alırız. Ambulansla beraber olay yeri incelemenin de orada olduğunu görünce bir şeylerin ters gittiğini anladık, ama işimize gelmedi çok sorgulamak. Moralimizi bozmak istemedik müthiş bir bencillikle. Akşamına öğrendik ki annemlerin, teyzemlerin çok yakın arkadaşı, 30 yıldır her daim görüştükleri biri intihar etmişti. İsminden kim olduğunu çıkaramadım, üzülmek yerine bencil olmak işime geldi, elimde telefon mesaj yazmaya devam ettim.

Bugün Freddie Mercury'nin doğum günü. Bu blogda da defalarca yazdım zaten, kendisi idolümdür. Hiç görmediğim birini çok seviyorum abi, öyle böyle değil ama. İyi ki doğdun dedim kendi kendime, "keşke ölmeseydin de, hep yaşasaydın sen, keşke." Videolarını izledim, şarkılarını dinledim, tam internetten çıkacakken o kadına da bakmak istedim facebook'tan. Bakmamla beynimden vurulmuşa döndüm zaten; "o kadın mı..." Evet tanıdığım biriydi, konuştuğum, hakkında kendimce bir şeyler düşündüğüm...

Şu anda inanılmaz üzgünüm, hala gözüme getiremiyorum yemeklerde neşeli neşeli konuşan kadının bir avuç dolusu ilacı boğazından indirdiğini, cansız bedeninin bulunmak üzere beklediğini. İntihar etmeden bir gün önce bir şeyler paylaşırken, yorumlar yaparken kararını vermiş miydi? Ben kuzenimle gülüşüp dedikodu yaparken o yanda can mı çekişiyordu? Migrosa erken gitmeye karar verseydik bir şeyleri değiştirebilir miydik? Artık bilmemize imkan yok.

Bu gece, bu sabah, şarkılar 2 güzel insana gitsin. Keşke hiç ölmeseydiniz, keşke hep yaşasaydınız.



2 Eylül 2012 Pazar

Bu da benim favori playlistim

Blog artık blogluktan çıktı, konser günlüğü gibi bir şey oldu. Olsun ziyanı yok. Zaten kaç kez Red Hot Chili Peppers'ı canlı göreceğiz de bu kadar heyecan yapacağız.

Can't Stop
By The Way
Desecration Smile
Don't Forget Me
Wet Sand
Snow ((Hey Oh))
The Zephyr Song
Otherside
Venice Queen
Give it Away
Tear
Californication
Blood Sugar Sex Magik
I Could Have Lied
Dani California
Scar Tissue
Under The Bridge
Universally Speaking
Dosed
Readymade

Listedeki 3-4 şarkıyı hiçbir konserlerinde çalmıyorlar. Ama benim için en güzel ve en eğlenceli konser bu liste ile olurdu. Zaten fark ettiyseniz hiç I'm With You albümünden şarkı yok. Zaten Red Hot Chili Peppers'ın I'm With You kadar kötü albümü de yok.