30 Kasım 2010 Salı

İlginç bir anım

16 yaşındaydım aşkı ilk defa tattığımda. Ya da aşk değildi aşık olduğumu sanmıştım bilmiyorum. Yine bildiğim bir şey var ki gözüm ondan başkasını görmüyordu. Aynı ingilizce kursuna gidiyorduk, yanımda oturuyordu. Her tenefüs konuşmaya çalışıyorum, muhabbet açma çabalarındayım, eve gidiyorum sayfalarca günlük yazıyorum onu ne kadar sevdiğime dair. Aşk naraları atıp duruyorum. Çocuğu da görseniz sümük gibi bir şey. Kanca burnu var, bıyıkları yeni çıkmış ama almamış o derece. Nesini sevdiysem.. Neyse ben böyle ortada bi bok yokken aşk sarhoşu dolaşıyorum etrafta. Kurs da bitmek üzere bu sırada. Ben yusuf yusufum tabi. Çocuğu bir daha göremeyeceğim.. Telefonunu aldım kurs sınavı bahanesine, sonra da aşkımı ilan etmeye karar verdim. Bütün cesaretimi toplayıp çocuğa telefondan söyledim, seni seviyorum da şöyle de böyle de bilmem ne.. Çocuk cevap bile vermedi. Ben günlerce kıvrandım durdum, mesaj attım en sonunda. Ona da cevap vermedi. Aradım, aradım diye telefonunu kapattı. Ben gurursuz aşık modundayım bu sırada tabi. En sonunda tekrar aradım ve yüzüme telefonu kapatınca inanılmaz öfke doldum. Telefondan atsam olmuyor, bir yol bulmam lazım. Ha bu arada da kurs bitti diye tören düzenlediler ve çocukla yüzyüze gelmek zorunda kaldık. Selam bile vermedik tabi birbirimize. Yetmezmiş gibi ne olduysa sahnede bir anda yanyana kaldık ve yerel gazeteciler şak diye resmimizi çekiverdiler. Gazeteye onla yanyana çıktık bir de.. Rezalet.. Neyse ben devam edeyim; ingilizce kursu kadınlar gününde herkese mail atmıştı ve bir de baktım ki ona da atmışlar. Daha doğrusu onun soy adında birine atmışlar, ama onun soy adında başka biri yok kursta. Tuhaf bir mail adresi. Ben dedim en iyisi mail döşeyeyim, sonuna da A.Ü yazıp bu işi bitireyim. Neyse ben bi giriştim mailde buna.. "Ya seni ayılar mı büyüttü.." diye girdim lafa. Demediğim şey kalmadı. Öküzsün, ayısın, ayıp be falan.. İnanılmaz rahatladım. Aradan yıllar geçti, ben üniversiteye başladım. Öyle boş boş otururken Cd'lerimi ayıklayayım dedim. Ayıkladım ayıkladım ayıkladım.. Sonunda bir Cd kabının üzerine yazılmış bir mail adresi buldum. O çocuğa mail attığım adres; ....ozcan@deu.edu.tr

Ben maili babasına atmışım, babası da bizim okulda dekan şu anda. O zamanlar anlamadığım o garip mail 9 Eylül universitesinin mail adresiymiş. Allah benim belamı versin.

26 Kasım 2010 Cuma

Bir antidepresan hayatı değiştirebilir

Anti depresan kullanıyorum bir süredir. Sinir problemim vardı, öfke krizlerine giriyordum ortada elle tutulur bir neden olmaksızın. En son saçma sapan bir şeyden anneme kızıp benim için yaptığı browniyi ezdiğimden, kek pofuduk olduğundan ezdiğim yerler yükseldikçe de daha da sinirlenip yumruklayarak dümdüz ettiğimden dolayı acil doktora gittim ve ilaç tedavime başladım. İlaçlar inanılmaz iyi geldi bana. Hayatım değişti bir anda resmen. Hatta şöyle sıralayabilirim:

1-Sinirlenmiyorum artık çoğu şeye. Sinir yok stres yok oooh.

2-İnsanları bıçaklama hayalleri kurmuyorum.

3-İnsanlara karşı olan takıntım sona erdi. Sinirimi boşaltamadığımdan aptal aptal şeylere takmaya başlamıştım. Birinin yürümesine, diğerinin yemek yemesine, ötekinin konuşmasına.. Bu bitti sonunda rahatladım.

4-Evliliğe yeniden sıcak bakmaya başladım. Bir adamın ayak kokusunu uzun yıllar çekmeyi göze alıyorum evet.

5-Annemle hiç anlaşmadığımız kadar iyi anlaşıyoruz. İlk kez gerçek anlamda anne-kız olduk. Müthiş bir paylaşım içerisindeyiz. Sevinçten dokunsam ağlayacak kadın.

6-Eskisi gibi babamın kucağına oturuyorum yine durduk yere. Çok seviniyor garibim :)

7-İnanç olaylarını eskisi kadar düşünmüyorum. S.kime kadar deyip geçiyorum.

8-Otobüste bile bile üstüme gelip ittirenlerin, ayağıma basanların götüne çantamı sokmaya çalışma işlemini yapmak aklımdan geçmiyor artık.

9-Sinirlendiğimde makul davranabiliyorum. Tarzanlaşıp pencere camlarını indirmiyorum, kapı baca tekmelemiyorum. Medeni insan gibi davranıyorum.

Kısacası anti depresan iyidir, doktor verdiyse mutlaka bir nedeni vardır. Kullanın, kullanmayanları uyarın.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Mimlendim yine ben

İlnevya tarafından mimlendim. Mimlenince nedense sevindim, konusunu görünce daha da sevindim. İlnevya'ya kitap okutmaya çalışırken böyle bir mimle gelmesi onun kitaplarla çok iyi anlaşacağına dair inancımı arttırdı :) Aferin İlnevya :Pp Bu arada muhabbetini özledim :) :Pp Evet mime geçiyorum artık.

Mim Konusu: Kitaplığınızın karşısına geçin. Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın. Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin.
Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız. O kitabı satın aldığınız ya da hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın.
Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu!
55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun. Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.

Öncelikle bir itirafım var. Gözlerimi kapatıp açtığımda seçtiğim kitap pek de hoşuma giden bir tanesi değildi. O yüzden bunu 2. kez yapmak durumunda kaldım :)

Mim kurallarıyla denk gelen kitap: Uğultulu Tepeler
Ah ne severim bu kitabı. Eskimiş püskümüş, dağılmış kitap yapraklarını bantlayıp bantlayıp okumuştum. Bir yaz günü, İstanbul'da, asma katta koltuğa uzanmışım, dışarıda havuza atlayanların seslerini duyuyorum; ama hayır kitap çok güzel. Onu bitirmeliyim önce. Hindley, Catherine, Heatcliff.. Ne kadar etkilemişti satırlar beni. Daha dün gibi hatırlıyorum kitabı okuduğum 2 günü. Sarı bukleleriyle sallanan sandalyeden kalkarak sevimsiz bir ifadeyle şarap veren Cathy'i hayal edişim, bir atla yolculuk yapamayacak kadar hastalıklı o çocuğu gözümde canlandırışım.. Her detayı, beni etkileyen her detayı hatırlıyorum. Geçen kitap fuarında öteki dağılmış durumda diye yenisini aldım. O kadar saygıyı hak ediyordu çünkü.

Kitabın 55. sayfasını açtım ve o zaman da yüreğimi burkan bir kısımla karşılaştım:

Bütün gün aklına gelen her kötülüğü yaptıktan sonra bazı geceler kendini bağışlatmak için uysal bir tavırla sokulurdu. İhtiyar adam o zaman:

-Yo, Cathy derdi, seni sevemem sen ağabeyinden de betersin. Haydi yavrum, git dua et de Tanrı seni bağışlasın. Galiba annenle ben seni dünyaya getirdiğimize pişman olacağız.

İlk zamanlar bu sözler kızcağızı ağlatırdı ama devamlı olarak horlanınca buna alıştı, umursamaz hale geldi, hatta ondan suçları için üzüldüğünü söylemesini, özür dilemesini istediğim zamanlarda buna gülüyordu.

4 Kasım 2010 Perşembe

Dear Mr. Jesus


Çocukların üzülmesine dayanamıyorum. Hayatta bu kadar dayanıksız olduğum tek şey belki de. Onların acı çekmesi, dövülmesi, sevgisiz kalması içimi parçalıyor. İlerde bu yüzden evlat edinmek, en kötü ihtimalle bir çocuğun koruyucu ailesi olmak istiyorum. Birkaç yıl öncesinde internette gezerken ailesi ya da başkaları tarafından dövülerek, taciz edilerek öldürülen çocukların videosunu buldum. Gösterilen bütün çocukların hayat hikayelerini araştırdım ve tüylerim diken diken oldu. Ben burda rahat içinde yaşarken, annem babam üzerime titrerken, küçücük çocuklar ne zorluklar içerisindeydi! Kendi aileleri ve çevredekiler tarafından acımasızca her türlü işkenceye maruz kalıp öldürülüyorlardı. Ve sonra öldürülmüş küçücük bir kızın resminin altındaki yazıyı gördüm: "Why doesn't her life matter?".. Evet, neden onun hayatı hiç önemli değilmiş gibi elinden alınmıştı? Neden en ufak bir günahı olmayan çocuk öldürülene dövülmüştü? Ya da bir başkası neden babası tarafından silahla vurulmuştu? İşte bunlar benim tanrı inancımı zaman içerisinde öldürdü. İyiler yerine hep kötüler kazanıyor. Hayatınızdan şikayet ettiğinizde, şımardığınızda lütfen bu videoyu izleyin. Birkaç dakika olsun o çocukları görün, halinize şükredin ve daha da önemlisi onlar için bir şeyler yapın. Uzaktan üzülmekle olmuyor bu işler malesef. Bu videoyu izlediğimde ya da bi yerde paylaştığımda biraz olsun vicdanımı rahatlatıyorum. Çünkü bu olanlar hepimizin ayıbı. İnsanlığın ayıbı. Yeri, yurdu, milliyeti fark etmez. Onlar sadece çocuk..